İlgi yoksunu ama sahipsiz değil: Deneme
İNCELEME

Deneme , yazma alanı adeta sonsuz bir edebi tür, yani konu sınırlaması asla söz konusu değil. İnsanı düşünmeye, düşünce üretmeye sevk eden bir tür. Denemeci de bir dil ustası elbet; ele aldığı konuyu duygu ve düşünceleriyle yoğuran, ona yeni boyutlar kazandıran ve tüm bunları samimi, incelikli bir dille ifade eden söz ustası. Ama gelin görün ki bu alana ne okurlar ne de yayıncılar gereken ilgi ve önemi göstermiyor. Ayrıca deneme adı altında kitapçılardaki yerini alan kitapların ne kadar deneme olduğu da bir başka tartışma konusu. Malum, bugün eline kalemi alan deneme yazıyor ya da deneme yazdığını sanıyor. Gazetelerdeki köşe yazılarının derlenip deneme adı altında kitaplaştırılması söz konusu bir de. Bu kitapların üzerinde deneme yazıyor olması onları deneme yapar mı acaba? Denemeyi anlamlı ve farklı kılan zamana meydan okuması, çok yıllar sonra bile anlamından, anlaşılabilirliğinden bir şey kaybetmemesidir. Dolayısıyla bugün türü tartışılır olan pek çok kitabın gerçek anlamda deneme olup olmadığını zaman ispatlayacak.

Deneme de tıpkı şiir gibi gereken ilgiden yoksun, çok da sahip çıkılmayan bir tür ne yazık ki. Ancak her şeye rağmen bu alanda güzel eserler ortaya koyan, ona sahip çıkmaya çalışan çok önemli isimler, yetkin kalemler dün olduğu gibi bugün de var. Hiç kuşkusuz gelecekte de var olacak. Çünkü Türkiye edebiyatında denemenin beslendiği kaynaklar ve dayandığı temel oldukça sağlam. “Deneme” deyince akla ilk gelen isim elbette Nurullah Ataç oluyor. Ataç, Batılı/modern anlamda ilk denemeyi edebiyatımıza kazandıran ve en çok bu alanda ürün veren ilk yazarımız. Ve tabii ki Sabahattin Eyüboğlu, Ahmet Haşim, Nermi Uygur, Vedat Günyol, Salah Birsel, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Cemal Süreya, Suut Kemal Yetkin gibi önemli denemeciler bu alanda çok kıymetli eserler ortaya koydu. Dolayısıyla Türk edebiyatında denemenin sağlam bir zemini var. Bu zeminde daha pek çok denemeci yol aldı; bu birikim günümüz denemecileri için hayli verimli bir kaynak görevi gördü.

Usta yazarlarla deneme üzerine…      

Deneme türünde önemli eserler veren usta denemecilere ve alanında başarılı bazı yazarlara “deneme”yi sorduk. Görüşlerine başvurduğumuz yazarlar, deneme kitapları arasından hangilerini başarılı ve kayda değer bulduklarını, yayınevlerinin deneme yayımlamak konusundaki tutumlarıyla ilgili neler düşündüklerini anlattılar. Ayrıca “Denemeci ile köşeyazarı arasındaki ayrım nedir? Dergi ve gazetelerdeki yazıların toplamından kitap yapıp üzerine deneme yazmak onu deneme yapar mı?” sorumuza oldukça aydınlatıcı cevaplar verdiler.

        

ADNAN BİNYAZAR:

“Denemenin düşünsel yönü evrensele doğrudur.”

Ahmet Haşim, Nurullah Ataç, Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Nermi Uygur, Oktay Akbal gibi önemli denemeciler yetişti. O nedenle denemenin sağlam bir tabanı var bizde. Günümüzde de Tahsin Yücel, Uğur Kökden, Emin Özdemir, Feridun Andaç gibi yazarların denemeleri üst üste yayımlanıyor. Son yıllardan Emin Özdemir’i “Kurmaca Kişiler Kenti”, Feridun Andaç’ı “Gölgesi Kaleminin Ucunda: Montaigne” adlı deneme kitaplarıyla anmalıyım.

Deneme basma olanakları bulunan yayınevlerinin bir önyargısı olamaz. Bilgi, Can, YKY gibi yayınevleri iyi deneme kitaplarını basıyorlar. Ancak yazdığı her şeyi deneme sananların kitaplarına doğal olarak uzak duruyorlar. Örneğin ben, “Duyguların Anakarası”, “Edebiyatın Dar Yolu”, 2010 yılında Sedat Simavi Edebiyat Ödülü verilen “Toplum ve Edebiyat” adlı kitaplarımın basımında, roman ve öykülerimin de yayımlandığı Can Yayınları’nın tutumunda farklı bir durumla karşılaşmadım.

Dergi ve gazetelerdeki yazıların toplamından kitap yapıp kapağına “deneme” yazmak onu deneme yapmaz. Denemenin düşünsel yönü evrensele doğrudur, gazete yazılarında güncellik gözetilir, aynı zamanda ses getirecek konuların irdelenmesi temel amaçtır. Yayınevlerinin bu tür yazarlara bakışları farklıdır. Onda da haklıdırlar. Ancak köşe yazarı Oktay Akbal, Tahsin Yücel, Ülkü Tamer, Hilmi Yavuz, Ahmet Cemal ise onlara, alışılmış bir adlandırmayla, “gazeteci yazar” gözüyle bakılmaz, onların “yazar gazeteci” olduğu bilinir. Oktay Akbal’ın, köşesinde yazdıklarına bakalım; değindiği günlük olaylardan çok, insanın iç değer sorunları irdelenir. Deneme yazarının kendine özgü bir üslubu vardır, gazetecinin üslubu, gazete ölçütünün üslubudur. Elbette İlhan Selçuk, Çetin Altan, Hasan Pulur, Melih Âşık gibi köşe yazıları deneme bağlamında algılanacak gazetecileri, polemik gazetecileriyle bir yere oturtmamak gerekir.

FERİDUN ANDAÇ:

“Denemeye ön ayak olan yayınevi yok!”

Yayın dünyamızda denemeye ilginin az olduğunu söylemeliyim. Yayıncının bu yöndeki algısı şu: “Okunmuyor!” Oysa biliriz ki deneme yalnızca okurluğun değil gelişmişliğin de bir göstergesi. Eğitimin, ekonomik gelişmişliğin, sanata ilginin, merak ve bilgi toplumu olmanın bir göstergesi. Bu nedenledir ki ülkemizde deneme üretimi de deneme kitaplarının yayımı kadar sınırlıdır. Sığ demiyorum, çünkü olagelen deneme damarında ürün veren yazarlara baktığımızda azımsanmayacak bir birikimi taşıyorlar bize. Örnek mi? Tahsil Yücel, Emin Özdemir, Uğur Kökden, Enis Batur…

Biraz önce altını çizmeye çalıştım; yayıncının ilgisi kendi yayın donanımı/politikası, yayın ekibiyle eş neredeyse. Bu anlamda şu yayınevlerinin öne çıktığını gözleriz deneme kitaplarının yayımında: Metis, Can, Yapı Kredi, Sel, Bilgi… Buna birkaç butik yayınevini de ekleyebiliriz. Gene de öyle denemeye önü açık bir yayıncılığımız, hatta başlı başına bunu öne alan bir yayınevi yok.

Şunu unutmamak gerek, edebiyatımıza deneme türünü kazandırmada gazetelerin önemli bir işlevi var. Şinasi’nin bu anlamda ilk öncümüz olduğunu söyleyebiliriz. Köşe yazarlığı kavramı da gene gazetelerle girmiştir; fıkra/makale/deneme yazıları gazetelerde okurunu bulmuş, sonrasında ise edebiyat dergilerine yansımıştır. Özellikle 1940 sonrası deneme, dergiler aracılığıyla kendini var edip önünü açan bir tür olmuştur. 1940 ve 1950 Kuşakları neredeyse bu türün öncüleridir. Pazar Postası, Dost, seçilmiş hikâyeler, Türk Dili, Varlık, A, Yeni A, Soyut, Papirüs, Yeni Dergi gibi dergiler deneme yazarlarının uç verdiği yazı arenaları olmuştur. Bu eksende gelişen yayıncılığımızda Sander Yayınları, Cem Yayınevi, hemen ardından Adam Yayınları deneme kitaplarının adresidir. Telif kitapların yanı sıra çeviri denemelere yer veren Payel, Can, Metis ve Yapı Kredi Yayınları neredeyse bir “ekol” düzeyine gelmişlerdir.

Gazetelerde yazılan her yazıyı “deneme” olarak nitelendirmek mümkün değildir. Ki bu türde yazıp da gazetelerde yazıları çıkan yazarlar özellikle türün çerçevesini bilerek yazarlar, kendilerini de “gazeteci” olarak nitelendirmezler. Bir de şunu kırmak gerekecek; deneme türsel olarak artık çeşitlenmiştir. Yazılan her denemeyi yazınsal deneme olarak almamak gerek. Örneğin; Doğan Kuban gazetede yazmaktadır. Mimardır, sanat tarihi uzmanıdır, bir bilim insanıdır. Burada yazdıklarının birçoğu “deneme”dir. Yani bir tarihçi, fizikçi, matematikçi, hukukçu, felsefeci de kendi alanının birikimini deneme yazarak dile getirebilir. Bu anlamda bir zenginlik var, ama yazınsal deneme alanında o zenginliği görmek ne yazık ki mümkün değil. Halen deneme ile eleştiri, deneme ile fıkra/makale, güncel gazete yazıları karıştırılmaktadır.

Son yıllarda okuduğum, elimin altındaki deneme kitaplarına gelince: “Kurmaca Kişiler Kenti” (Emin Özdemir), “Başka Hayatlar” (Nilüfer Kuyaş), “Yolcu” (Enis Batur),  “Kimim Ben?” (Tahsin Yücel)… Denemenin edebiyatımızda her dem zenginleştirici bir boyutu olduğunu gösteren, dilsel anlamı kadar düşünsel çeşnisini de bize gösteren birikimi sunuyor bu denemeciler…

UĞUR KÖKDEN:

“Köşe yazısı deneme değildir!”

Çok az deneme yayımlanıyor, dahası adı “deneme” olsa bile. Enis Batur’u, Şavkar Altınel’i, Nilüfer Kuyaş’ı, Feridun Andaç’ı, Mehmet Serdar’ı bu denemeciler arasında sayabilirim. Ben, Memet Fuat Deneme Jürisi’nde yer almıştım. Orada bile, çoğu kez, eleştiriye kaçan metinler deneme olarak sunuluyordu. Evet, yayınevleri de denemeye uzaklar. Bu kitapların az satıldığını düşünüyorlar. Ancak şiir de az satıyor; öte yandan yeterince tanıtılmıyor.

Deneme, hiçbir zaman köşeyazısı, makale ya da bir derleme sayılmaz. Öyle demek, öyle olması anlamına gelmiyor. Sanırım, denemeye asıl zarar veren de bu durum. Benim son deneme kitabım, “Yüzler, Gizler, İzler” adını taşıyor. Denemelerim değişik coğrafyaları, gezi izlenimlerini, resim üstüne değerlendirmeleri ve özellikle içinde yaşadığım yüzyılın önemli dönem ve olaylarını dile getirir. Dolayısıyla deneme, bir birikim ve kültürel zenginlik gerektirir.

 

GÜNDÜZ VASSAF:

“Deneme yüzyıllar sonrasına kalır.”

Yazı türü olarak denemeyi farklı kılan, Montaigne örneğinde olduğu gibi yıllar, belki yüzyıllar sonra, anlamını yitirmemesi. Günün referanslarını bilmeye ihtiyaç kalmadan, anlaşılabilir olması. Köşe yazıları ise, ertesi gün çöpe atılacak gazete gibi. O gün, o ülkenin insanı için anlamlı.

ERENDİZ ATASÜ:

“Ülkemiz için çok genç bir tür..”

Yeni çıkan kitaplar arasında dişe dokunur deneme kitapları var mı? Dürüst davranmak gerekirse, bu sorunun yanıtı “Bilemiyorum” olmalı. Yaşadığımız yayın enflasyonunda, edebiyat eleştirisi zayıflarken ve ticari tanıtımlar ortalığı kaplarken, iyi öykü ve iyi romanın da, iyi şiirin ve iyi eleştirinin de izini sürebilmek git gide zorlaşıyor değil; imkânsızlaşıyor. Konuyla ilgili hissiyatım, tipide yolunu kaybetmiş bir yolcununkini andırıyor. Görüşü benden keskin olanlar belki doyurucu bir yanıt verebilir. 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana, benim gözde deneme yazarım Füsun Akatlı’dır.

Yayınevleri deneme basma konusunda isteksiz. Deneme az sattığı için böyle. Bu az satış meselesi bulaşıcı bir hastalık gibi. Denemeden şiire ve öyküye de bulaşıyor gözlemleyebildiğim kadarıyla. Yayınevleri ticari kurum olarak ayakta kalabilme becerilerini, kültür kurumu olma işlevlerinin önüne geçirdikleri sürece bulaşıcı hastalığın önü alınamaz kanımca. Neoliberal ekonomi ortamında yayınevlerinden kültürü başat kılma şövalyeliğini bekleyebilir miyiz?

Deneme ve makale arasındaki farka gelince: Ülkemizde her konuda olduğu gibi bu konuda da kavram kargaşası sürüyor. Elbette, makale de köşe yazısı da deneme de apayrı türler. Deneme bilgi içeren ve aktaran, ama bilgiyi kişiselleştirerek bu aktarımı yapan, yani yazarın kendi öznelliğini de açığa vuran bir tür. Yazılar toplamı bir kitabın üstüne deneme adını koymakla içindekiler deneme olmuyor tabii. Böyle kitapları belki sadece “yazılar” diye etiketlemeli. Ancak bizde denemenin az yazılmasının ve okunmasının bununla ilişkili olduğunu sanmam. Deneme ülkemiz için çok genç bir tür sayılabilir; ete cana bürünmesi Cumhuriyet’ten sonra. Toplumumuzun düşünme eylemiyle olan tarihsel bağının cılızlığı ve bireylerimizin kişisel düşüncelerini açığa vurmaktaki tarihsel tereddütleridir, kanımca asıl neden. Denemede, yazar okurun karşısında çıplaktır; kurgusal metinlerde olduğu gibi ardına gizleneceği bir hayal perdesi mevcut değildir. Hem nesnel hem öznel karakterdeki bu türü şahsen kendime yakın buluyorum.

 

ASUMAN KAFAOĞLU-BÜKE:

“Deneme yazarları arasında çok satanlar var.”

Dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de bütün edebiyat türleri romanın gölgesinde kalıyor. Yine de denemelerin durumu şiir ve tiyatro eserlerinden daha iyi. Yayımlanan deneme kitaplarının romana göre oranı elbette çok düşük fakat diğer türlerle karşılaştırdığımızda, durum o kadar kötü değil. Ben, işim gereği, romancıların denemelerini okuyorum: Milan Kundera, Murathan Mungan, Gabriel Garcia Marquez, Orhan Pamuk, Umberto Eco gibi sevdiğim romancıların edebiyat üzerine düşünceleri ilgimi çekiyor. Galiba en çok okunan deneme kitapları da ünlü romancılarınkiler oluyor. Edebiyat, kültür ve yaşam üzerine denemeler oluyor bunlar. Bir de tabii felsefe denemeleri var; onlar tamamen ayrı bir kategori ve genel okur için yazılmış metinler değil, ama tür olarak denemelerin temelini oluşturuyorlar.

Deneme yazarları arasında çok satanlar var. Bunların büyük bir kısmı ucuzlatılmış felsefe metinleri yazıyorlar, Alain de Botton gibi. Bu tür denemeleri bastırmakta zorluk çekmiyor yazarlar, yayınevleri de bu türden makalelerin çok satacağını biliyorlar. Genelde bunların çarpıcı başlıkları oluyor ve güncel konulara/sorunlara değiniyorlar. Yani durum tüm türler için aynı, roman ya da deneme fark etmiyor. Geniş kitleye hitap eden kitaplar kolay, diğerleri ise zor basılıyor. Özellikle New Age metafizik denemeler en gözde olanlar.

Köşe yazarı rekortmeni bir ülkeyiz. Hiçbir ülkenin gazetelerinde bu kadar çok köşe yazısı yoktur herhalde. Bu yazarlar da birkaç senede bir yazılarını derleyip kitap halinde bastırırlar. Elbette onları severek okuyan insanlar ellerinin altında topluca olmasından hoşlanıyorlar; yayınevleri de bunun farkında olduğundan bazı gözde köşe yazarlarının makalelerini neredeyse her sene derleyip yayımlarlar. Öte yandan bunların büyük bir kısmı deneme değildir. Tür olarak denemeye özgü argüman geliştirme, sonuçlandırma gibi özelliklere çok ender rastlarız köşe yazılarında.

 

NİLÜFER KUYAŞ:

“Edebiyat türleri arasında en kural dışı olan!”

Deneme, yanılmayı göze aldığımız bir düşünce deneyidir bence. Deneme sözcüğünün orijinal anlamı gibi “çaba göstermek” söz konusu; bir şeyi anlamak, bir şeyi isimlendirmek, bir konuda gerçek düşünce ve duygularımızı keşfetmek için yapılan bir çabadır deneme; eğer çaba içtense -ki içtenlik tek koşul- zaten yanılmayız. Çünkü kişinin gerçek düşünce ve duygularında doğru-yanlış diye bir şey olamaz. Başka insanlar aynı fikirde olmayabilir, bu daha da iyi, o zaman daha kışkırtıcı olur deneme, esas güzelliği de burada. Yanlış veya eksik bilgiye dayanmayacaksınız tabii, bildiğiniz birkaç şeyi iyi süzmekte yarar var. Ama sonuçta deneme bilgi aktarmaz, soru sorar, keşif yapar, okurla merak paylaşır.

Deneme edebiyat türleri arasında en kural dışı olan biçim aynı zamanda. Kesin kuralları yok; sadece daha önce söylenmemiş bir şey söylemesi yeterli. Önemli olan sonuç değil, süreç. Varılan nokta değil, yapılan zihinsel yolculuktur önemli olan. Tabii, sıkıcı olmamak koşuluyla! İyi deneme yazmayı bir yazar için en çetin sınav olarak görüyorum. “Başka Hayatlar” kitabımın önsözünde sanıyorum denemenin en iyi ve en kapsamlı tanımını zaten yapmıştım, ekleyecek bir şey bulamıyorum.

 

ATİLLA BİRKİYE:

“Ne hikmetse herkes deneme yazmış oluyor..”

Deneme, akla dokunur, düşünceye dokunur. Deneme olması yeterlidir; ama deneme edebî bir tür. Zaten bu da büyük bir sorun; son zamanlarda kitaba yer veren çeşitli “ortam”larda (böyle mi demeliyim; internet, gazete, televizyon vb.), deneme olmayan kitap da deneme oluyor! Ne hikmetse herkes deneme yazmış oluyor!

Malum deneme çok satmaz. Bunun için yayınevleri çok az yayınlar. Denemenin özünde sanatsal-yazınsal vb “düşünce”ye ilişkin bir özellik vardır ve bunun için bizde de pek okunmaz. Bundan dolayı da pek “alınmaz”, böylece de pek basılmaz!

Her şeyden önce denemeci (ya da deneme yazan) edebiyatçıdır; yani klasik tanımıyla “yazar”dır. Ancak köşenizde de bir deneme yazabilirsiniz tabii ki; bunun çok örneği vardır bizde de, Batıda da. Dergi ya da gazetede yayımladığınız deneme ise; dolayısıyla sözü edilen kitap denemeler toplamıysa, o kitap denemedir. İster üstüne “deneme” yazın ister yazmayın! Ama o toplananlar deneme değilse, üstüne ne yazarsanız yazın!

              

MURAT GÜLSOY:

“Önemli olan yazının türü değil, içeriği!”

Yeni çıkan kitaplar içinde deneme olarak sınıflandırılacak türde kitaplar çok sayıda değil. Umberto Eco’nun, Asuman Kafaoğlu Büke’nin, küçük İskender’in Can Yayınları’ndan çıkan kitapları ilk aklıma gelenler. Deneme, makale ile öykü arasında tanımlanan melez bir tür olduğu için yayınevleri de bu sınıflandırmayı kolaylıkla yapamıyorlar. Kimi köşe yazıları, gazete ya da dergilerde yayımlanan yazılar elbette deneme türüne girebilir. Yazarın ne yazdığına bağlı… Bir makalede olduğu gibi belirli bir analitik yaklaşımla, güncel referansları vermeye dikkat ederek yazmak zorunda değildir deneme yazarı. Dolayısıyla sınırları çok çok geniştir. Önemli olan elbette yazının hangi türde sınıflandırıldığı değil, yazının içeriğidir. Niteliğidir.

Elif Şahin Hamidi (elif.sahin@gmail.com)

Diğer İnceleme İçerikleri